Siyaset Felsefesinin Temel Soruları
Siyaset felsefesinin ele aldığı sorulardan bazıları şunlardır: * Devletin varlık nedeni, görevi ve sorumluluğu nedir? * iktidar, kaynağını nereden alır? * Egemenliğin kullanılış biçimleri nelerdir? * Sivil toplumun anlamı nedir? * Meşruiyetin ölçütü nedir? * Bireyin temel hakları nelerdir? * Bürokrasiden vazgeçilebilir mi? * En iyi yönetim şekli hangisidir? * Temel hakların güvenceye alınması ne demektir? |
İktidar Kaynağını Nereden Alır?
Her yönetim biçimi, belirli kurallar çerçevesinde oluşturulmuş bir otoriteye veya iktidara dayanır. İktidar ise toplumu yönetme gücüdür. Felsefe tarihine baktığımızda iktidarın kaynağı konusunda çok farklı görüşlerin ileri sürüldüğünü görürüz.
Her yönetim biçimi, belirli kurallar çerçevesinde oluşturulmuş bir otoriteye veya iktidara dayanır. İktidar ise toplumu yönetme gücüdür. Felsefe tarihine baktığımızda iktidarın kaynağı konusunda çok farklı görüşlerin ileri sürüldüğünü görürüz.
İktidarın kaynağı insanın doğal yapısıdır. Platon'un savunduğu bu görüşe göre devleti ortaya çıkaran, insanın ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaması, gereksinimlerini karşılayabilmek için başkalarının yardımına muhtaç olması gibi doğal bir neden vardır. Platon'a göre devlet, insan bedeni gibi belli görevleri kendiliğinden yerine getirir.
Bir başka görüşe göre; iktidar kaynağını Tanrıdan alır. Bu görüşe göre iktidar, Tanrının yeryüzündeki temsilcisidir. Görevi de Tanrının kendisine gösterdiği amacı gerçekleştirmektir. |
İktidarın kaynağı toplumsal sözleşmedir. Bu görüşü savunanlardan Hobbes'a göre, insan doğa durumunda, devlet olmadan varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Ona göre "İnsan insanın kurdudur." Devlet olmaz ise insanlar birbirlerine zarar verirler. İnsanlar birbirlerinden korktukları için ortak bir iradeyle iktidarı var etmişlerdir. Hobbes, doğadaki tüm bireyler doğada eşit yaşarlar ve bu eşitlikten dolayı her şey hakkında her istedikleri hakkı iddia edebilirler. Bu durumun nedeni ise doğa durumunun yasalarla sınırlanmadığından, herkesin her şey üzerinde hakkı olduğu fakat bu durumun aynı zamanda aslında bir savaş durumuna yol açtığıdır. Çünkü böyle bir durumda (doğa durumu) bireylerin ayrıcalıklardan, kişisel mülkiyet hakkından, ahlak ve adalet anlayışından söz edilemez.
|
a. Geleneksel otorite: Bu otorite türü, gelenek ve göreneklerin egemen bulunduğu, değişme ve gelişmenin çok yavaş olduğu durağan (statik) toplum ve kurumlarda görülür. Feodal toplumlarda ve ataerkil aile tipinde bu otorite geçerlidir. Bu türden toplum ve kurumlarda otoritenin kaynağı gelenekler ve yerleşik inançlardır. Örneğin; ölen hükümdar, şeyh ya da atanın yerine genellikle büyük oğlu geçer. Geleneksel otorite kapsamında yer alan krallık ve imparatorluklarda iktidar dinsel temele dayanır.Teokrasi denilen bu yönetim biçiminde egemenliğin tanrıda olduğuna, insanların Tanrı buyruklarına uygun tarzda yaşamaları gerektiğine inanılır. Yöneticinin de tanrının yeryüzündeki temsilcisi olduğu ve toplumu Tanrı adına yönettiği kabul edilir.
b. Karizmatik otorite: Karizma; "lütuf, etkileyicilik, büyüleyici özellik" anlamına gelir. Karizmatik otorite, liderin sahip olduğuna inanılan olağanüstü niteliklerden doğar. Çoğu zaman bu niteliklerin o liderde var olup olmadığı araştırılmaz; ama var olduğuna inanılır. Karizmatik otoritede iktidarın kaynağı doğrudan doğruya liderin özellikleri ve eylemleridir. Bu nedenle karizmatik otoriteye dayalı her iktidarı olumlu saymak mümkün değildir. Örneğin; Hitler, iktidarında ırkçılığı benimseyerek insanlığı acıya ve yıkıma sürüklemiş; Nelson Mandela ise Güney Afrika Cumhuriyeti'nde ırkçılığın sona erdirilmesi için uzun yıllar mücadele etmiş ve 1994 yılındaki ilk demokratik seçimlerde cumhurbaşkanı seçilmiş karizmatik liderlerdir.
c. Demokratik ya da hukuksal otorite: Bu otorite ne geleneklerden ne de liderlerinin olağanüstü niteliklerinden kaynaklanır. Onun kaynağı insanların doğal yeti, nitelik ve gereksinimlerinden doğan yazılı kurallar, yani hukuktur. Hukuk kuralları yönetilenleri olduğu gibi yönetenleri de bağlar. Demokratik otoritede iktidarın kaynağını akıl ve hukuk oluşturur. Yöneticiler belli kurallara göre iktidara gelirler, belirli sınırlar içerisinde yetkilerini kullanırlar ve belirli kurallara göre iktidardan ayrılırlar. Bunun yolu seçimdir. Bu iktidar türüne ve buradaki otoriteye demokratik denilişinin nedeni, iktidarı kullanacak olanların halk tarafından belirlenmesidir.
Görüldüğü gibi iktidarın geleneksel, karizmatik ve demokratik olmak üzere "meşru" üç kaynağı vardır. Bunların dışındakiler, hükumet darbesi ve siyasal rejim değişikliğinde görüldüğü gibi "zor ve kaba kuvvete dayandıklarından, en azından başlangıç dönemlerinde "meşru" sayılmazlar.
b. Karizmatik otorite: Karizma; "lütuf, etkileyicilik, büyüleyici özellik" anlamına gelir. Karizmatik otorite, liderin sahip olduğuna inanılan olağanüstü niteliklerden doğar. Çoğu zaman bu niteliklerin o liderde var olup olmadığı araştırılmaz; ama var olduğuna inanılır. Karizmatik otoritede iktidarın kaynağı doğrudan doğruya liderin özellikleri ve eylemleridir. Bu nedenle karizmatik otoriteye dayalı her iktidarı olumlu saymak mümkün değildir. Örneğin; Hitler, iktidarında ırkçılığı benimseyerek insanlığı acıya ve yıkıma sürüklemiş; Nelson Mandela ise Güney Afrika Cumhuriyeti'nde ırkçılığın sona erdirilmesi için uzun yıllar mücadele etmiş ve 1994 yılındaki ilk demokratik seçimlerde cumhurbaşkanı seçilmiş karizmatik liderlerdir.
c. Demokratik ya da hukuksal otorite: Bu otorite ne geleneklerden ne de liderlerinin olağanüstü niteliklerinden kaynaklanır. Onun kaynağı insanların doğal yeti, nitelik ve gereksinimlerinden doğan yazılı kurallar, yani hukuktur. Hukuk kuralları yönetilenleri olduğu gibi yönetenleri de bağlar. Demokratik otoritede iktidarın kaynağını akıl ve hukuk oluşturur. Yöneticiler belli kurallara göre iktidara gelirler, belirli sınırlar içerisinde yetkilerini kullanırlar ve belirli kurallara göre iktidardan ayrılırlar. Bunun yolu seçimdir. Bu iktidar türüne ve buradaki otoriteye demokratik denilişinin nedeni, iktidarı kullanacak olanların halk tarafından belirlenmesidir.
Görüldüğü gibi iktidarın geleneksel, karizmatik ve demokratik olmak üzere "meşru" üç kaynağı vardır. Bunların dışındakiler, hükumet darbesi ve siyasal rejim değişikliğinde görüldüğü gibi "zor ve kaba kuvvete dayandıklarından, en azından başlangıç dönemlerinde "meşru" sayılmazlar.
BİREYİN TEMEL HAKLARI NELERDİR?
İnsan hakları terimi, tüm insanlara, insan oluşlarından ötürü tanınması gereken hak ve özgürlükler bütününü, daha doğru bir deyişle "ideal"ini ifade eder. Çünkü toplumsal yaşamda bu idealin ancak bir bölümü gerçekleşebilmektedir. Gerçekleşenler de türlü nedenlerle sınırlandırılmaktadır.
Bireyin temel hakları;
1) Kişisel haklar,
2) Toplumsal ve ekonomik haklar,
3) Siyasal haklar olmak üzere üç kümede toplanabilir.
Birinci kümede yer alan kişisel haklar, bireyi topluma, özellikle de devlet gücüne karşı koruyan, ona bir tür dokunulmazlık sağlayan haklardır. Bunlara koruyucu haklar da denir. Bunların en başta geleninin yaşama hakkı ile düşünce özgürlüğüolduğu söylenebilir.
İkinci kümede, bireyin devletten isteyebileceği toplumsal ve ekonomik haklar yer alır Burada birey artık korunma durumunda değildir. Bir yurttaş olarak kendisi için baz, şeylerin yapılmasına hak kazanmıştır. Bu bakımdan bu haklara isteme haklan denir. Çalışma hakkı, eğitim görme hakkı, sağlık hakkı, mülkiyet hakkı. sendikalaşma hakkı gibi.
Üçüncü kümede ise siyasal haklar toplanmıştır. Bunlar yurttaşın devlet yönetimine katılmasını sağlar Bundan ötürü bu haklara katılım haklandenmektedir. Yurttaşlık hakkı, seçme ve seçilme hakkı bunların en önemlileridir.
Özellikle 20. yüzyıldan başlayarak yeryüzündeki tüm insanların aralarındaki ırk, renk, dil, din, cinsiyet farklarına bakılmaksızın temel haklardan eşit biçimde yararlanabilmeleri giderek artan bir hızla gerçekleşmektedir. Nitekim günümüzde bireyin temel hakları devletlerin ulusal sınırlarından bağımsız olarak ele alınabiliyor. Örneğin, temel haklarla ilgili bir konuda haksızlığa uğradığı savına kendi ülkesinde olumlu yanıt alamayan bir kişi, davasını devletler arası yargı organlarına götürebiliyor.
BÜROKRASİDEN VAZGEÇİLEBİLİR Mİ?
Bürokrasi, dilimize Fransızcadan geçmiş büro ile eski Yunancada egemenlik anlamına gelen krasi sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuş bir terimdir. Günlük dildeki "kırtasiyecilik" anlamında kullanıldığında, işlerin yapılışında şekilciliğe ve kuralcılığa aşırı önem veren yönetim mekanizmasının yarattığı verimsizliği ve kaynak savurganlığını dile getirir. Kırtasiyecilik sözüyle bürokrasinin olumsuz yanı vurgulanır.
Siyaset felsefesinde kamu hizmetlilerinin (memurların) aşamalı (hiyerarşik) bir şekilde oluşturduğu topluluğa bürokrasi denmektedir. Bürokraside görevliler, kimilerine göre ast, kimilerine göre üst konumundadırlar. Her görevli bir üsttekinin, yasalara uygun olarak verdiği buyrukları yerine getirmek durumundadır. Bu yönüyle bürokrasi, ast-üst ilişkilerinden oluşan bir piramit görünümündedir.
Günümüzde bürokrasi devlete özgü bir olgu olmaktan çıkmıştır. Özellikle sanayi toplumlarında büyük girişimler (teşebbüsler), siyasal partiler, gazeteler vb. bürokratik bir yapıya sahiptir. Bu bakımdan, bürokrasiden kaynaklanan sorunlar devletin yanında özel sektörü de etkilemektedir. Bürokrasiye yöneltilen eleştirilerden bazıları şunlardır:
Seçimle gelen siyasal iktidar gidici, oysa atamayla gelen "memurlar ordusu" kalıcıdır. Gidici olduğunun bilincinde olan hükumetler işleri hızlandırmak isterlerken, halk önünde sorumlu olmayan, ama iş güvenliğine ve gelecek güvencesine sahip olan bürokrasi, kendi ayrıcalıklarını koruma ve kendi kurallarına göre ağır çalışma eğilimindedir.
Üst düzey bürokratları konularında uzman, deneyimli kimselerdir. Göreve geçici olarak gelen siyaset adamları ise genellikle konuya yabancıdırlar. Bu da ağırlığın bürokrasiye kaymasına yol açmaktadır.
Kapitalist bir toplumda bürokratların hangi toplumsal sınıftan geldiğinin önemi yoktur. Onlar sağladıkları olanaklarla halktan kopmakta ve çıkarları, egemen sınıfın çıkarlarıyla bütünleşmektedir.
Bürokrasi olgusunu sistemli şekilde inceleyen Max Weber çağdaş toplumlarda bürokrasinin oynayabileceği rolü "Bürokrasi, siyasal iktidarların aldıkları kararlan, ölü metinler durumuna düşürebilme gücüne sahiptir" diyerek çarpıcı bir biçimde dile getirmiştir.
Bu eleştiriler, kuşkusuz bürokrasiden vazgeçilebileceğini göstermez. Gene Weber'egöre çağdaş toplumların bürokratikleşmeleri kaçınılmazdır ve bürokrasi, örgütlenmenin en akılcı örneklerinden biridir. Ona bu özelliği kazandıran başlıca etkenler de şunlardır:
• Yasal kurallara ve yaptırımlara dayanması,
• Sürekliliği olan bir görevliler kadrosu,
• Yazılı belgelere ve işlemlere dayanan çalışma geleneği,
• Mevki ve yeteneğe göre verilmiş yönetim yetkisi ve sorumluluğu,
• İş bölümü ilkesine dayalı görev dağılımı.
Çağdaş toplumlarda bürokrasiden vazgeçmenin olanaksız olması, çabaların, olumsuzlukları giderici yönde odaklaşmasına yol açmıştır. Bu da devletin yönetim işlevinin eşitlik, özgürlük, toplumsal adalet, yararlılık gibi birtakım yüksek değerler doğrultusunda gerçekleştirilmesini gerekli kılmaktadır.
İnsan hakları terimi, tüm insanlara, insan oluşlarından ötürü tanınması gereken hak ve özgürlükler bütününü, daha doğru bir deyişle "ideal"ini ifade eder. Çünkü toplumsal yaşamda bu idealin ancak bir bölümü gerçekleşebilmektedir. Gerçekleşenler de türlü nedenlerle sınırlandırılmaktadır.
Bireyin temel hakları;
1) Kişisel haklar,
2) Toplumsal ve ekonomik haklar,
3) Siyasal haklar olmak üzere üç kümede toplanabilir.
Birinci kümede yer alan kişisel haklar, bireyi topluma, özellikle de devlet gücüne karşı koruyan, ona bir tür dokunulmazlık sağlayan haklardır. Bunlara koruyucu haklar da denir. Bunların en başta geleninin yaşama hakkı ile düşünce özgürlüğüolduğu söylenebilir.
İkinci kümede, bireyin devletten isteyebileceği toplumsal ve ekonomik haklar yer alır Burada birey artık korunma durumunda değildir. Bir yurttaş olarak kendisi için baz, şeylerin yapılmasına hak kazanmıştır. Bu bakımdan bu haklara isteme haklan denir. Çalışma hakkı, eğitim görme hakkı, sağlık hakkı, mülkiyet hakkı. sendikalaşma hakkı gibi.
Üçüncü kümede ise siyasal haklar toplanmıştır. Bunlar yurttaşın devlet yönetimine katılmasını sağlar Bundan ötürü bu haklara katılım haklandenmektedir. Yurttaşlık hakkı, seçme ve seçilme hakkı bunların en önemlileridir.
Özellikle 20. yüzyıldan başlayarak yeryüzündeki tüm insanların aralarındaki ırk, renk, dil, din, cinsiyet farklarına bakılmaksızın temel haklardan eşit biçimde yararlanabilmeleri giderek artan bir hızla gerçekleşmektedir. Nitekim günümüzde bireyin temel hakları devletlerin ulusal sınırlarından bağımsız olarak ele alınabiliyor. Örneğin, temel haklarla ilgili bir konuda haksızlığa uğradığı savına kendi ülkesinde olumlu yanıt alamayan bir kişi, davasını devletler arası yargı organlarına götürebiliyor.
BÜROKRASİDEN VAZGEÇİLEBİLİR Mİ?
Bürokrasi, dilimize Fransızcadan geçmiş büro ile eski Yunancada egemenlik anlamına gelen krasi sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuş bir terimdir. Günlük dildeki "kırtasiyecilik" anlamında kullanıldığında, işlerin yapılışında şekilciliğe ve kuralcılığa aşırı önem veren yönetim mekanizmasının yarattığı verimsizliği ve kaynak savurganlığını dile getirir. Kırtasiyecilik sözüyle bürokrasinin olumsuz yanı vurgulanır.
Siyaset felsefesinde kamu hizmetlilerinin (memurların) aşamalı (hiyerarşik) bir şekilde oluşturduğu topluluğa bürokrasi denmektedir. Bürokraside görevliler, kimilerine göre ast, kimilerine göre üst konumundadırlar. Her görevli bir üsttekinin, yasalara uygun olarak verdiği buyrukları yerine getirmek durumundadır. Bu yönüyle bürokrasi, ast-üst ilişkilerinden oluşan bir piramit görünümündedir.
Günümüzde bürokrasi devlete özgü bir olgu olmaktan çıkmıştır. Özellikle sanayi toplumlarında büyük girişimler (teşebbüsler), siyasal partiler, gazeteler vb. bürokratik bir yapıya sahiptir. Bu bakımdan, bürokrasiden kaynaklanan sorunlar devletin yanında özel sektörü de etkilemektedir. Bürokrasiye yöneltilen eleştirilerden bazıları şunlardır:
Seçimle gelen siyasal iktidar gidici, oysa atamayla gelen "memurlar ordusu" kalıcıdır. Gidici olduğunun bilincinde olan hükumetler işleri hızlandırmak isterlerken, halk önünde sorumlu olmayan, ama iş güvenliğine ve gelecek güvencesine sahip olan bürokrasi, kendi ayrıcalıklarını koruma ve kendi kurallarına göre ağır çalışma eğilimindedir.
Üst düzey bürokratları konularında uzman, deneyimli kimselerdir. Göreve geçici olarak gelen siyaset adamları ise genellikle konuya yabancıdırlar. Bu da ağırlığın bürokrasiye kaymasına yol açmaktadır.
Kapitalist bir toplumda bürokratların hangi toplumsal sınıftan geldiğinin önemi yoktur. Onlar sağladıkları olanaklarla halktan kopmakta ve çıkarları, egemen sınıfın çıkarlarıyla bütünleşmektedir.
Bürokrasi olgusunu sistemli şekilde inceleyen Max Weber çağdaş toplumlarda bürokrasinin oynayabileceği rolü "Bürokrasi, siyasal iktidarların aldıkları kararlan, ölü metinler durumuna düşürebilme gücüne sahiptir" diyerek çarpıcı bir biçimde dile getirmiştir.
Bu eleştiriler, kuşkusuz bürokrasiden vazgeçilebileceğini göstermez. Gene Weber'egöre çağdaş toplumların bürokratikleşmeleri kaçınılmazdır ve bürokrasi, örgütlenmenin en akılcı örneklerinden biridir. Ona bu özelliği kazandıran başlıca etkenler de şunlardır:
• Yasal kurallara ve yaptırımlara dayanması,
• Sürekliliği olan bir görevliler kadrosu,
• Yazılı belgelere ve işlemlere dayanan çalışma geleneği,
• Mevki ve yeteneğe göre verilmiş yönetim yetkisi ve sorumluluğu,
• İş bölümü ilkesine dayalı görev dağılımı.
Çağdaş toplumlarda bürokrasiden vazgeçmenin olanaksız olması, çabaların, olumsuzlukları giderici yönde odaklaşmasına yol açmıştır. Bu da devletin yönetim işlevinin eşitlik, özgürlük, toplumsal adalet, yararlılık gibi birtakım yüksek değerler doğrultusunda gerçekleştirilmesini gerekli kılmaktadır.
Bürokrasi: Kamuda ya da kamu emrinde çalışan ve hiyerarşik (aşamalı) bir düzen içinde örgütlenmiş memurlar topluluğudur. İktidar tarafından atanan üst düzey memurlara da (genel müdür. Müsteflar vb.) bürokrat denir.
SİVİL TOPLUMUN ANLAMI NEDİR?
Sivil toplum; siyasi otoritenin etkisinden nispeten uzak toplum modeli, toplumun kendi kendisini, devletin kurumlarından bağımsız olarak yönlendirme durumu. Devletin etki, baskı ve yönlendirmesinin dışında, toplumun kendi kendisini yönlendirmek, çıkarlarını savunmak amacıyla kurulan örgütlere de (sendikalar, meslek örgütleri vb.) sivil toplum örgütleri denir.
Sivil toplum, batıda baskıcı (totaliter) yönetimlerin uygulamalarına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Günümüz'de de daha çok, batının kültür ve endüstri alanında gelişmiş ülkelerinde gözlemlenmektedir. Dolayısıyla "sivil topum" batıdan aldığımız bir siyasal terimdir. Yaygın anlayışa göre, bu terimle toplumun devlet kurumlarının dışında kendi kendini yönlendirmek için oluşturduğu demokratik yapı anlatılmak istenir. Görüldüğü gibi sivil toplum terimindeki "sivil" sözcüğünün karşıtı çoğu kez sanıldığı gibi "askeri" değildir.
Ülkemizde cumhuriyetle başlayan çağdaşlaşma hareketi sivil topluma geçişgirişimi olarak nitelendirilebilir. Toplumun sivil topluma dönüşebilmesi için devletin de hukuk devletine dönüşmesi gerekir. Ancak hem "sivil toplum"un hem de "hukuk devleti"nin gerçekleştirilmesi, amaçlanan bir idealdir. Uygulamada ise ne sivil toplum olması gerektiği gibi sivildir ne de devlet, olması gerektiği gibi tam bir hukuk devletidir.
Sivil toplum ile devlet karşı karşıya, farklı çıkarları olan iki taraf olarak görülmemelidir. Felsefe profesörü İonna Kuçuradi'ye göre, devleti güçlü, ezen; sivil toplumu ise zayıf, savunmada olan varlıklar olarak gören anlayış batıdaki baskıcı yönetim biçimlerinden kalma bir mirastır. Ona göre çağdaş anlamda sivil toplumterimi, oluşmasında ve yönetilmesinde yurttaşların payı olan bir düzeni dile getirir.Toplumun demokratik yönetim talepleri ile sivil toplum birbirinden ayrı düşünülemez. Buna göre sivil toplumu oluşturan yurttaşlar da neler yapmak gerektiği konusunda en uygun çözümü bulmak amacıyla düzenin yönetimine eleştirel bir tutumla katılabilme gücüne sahip bireylerdir. Sivil toplumun bu güce sahip olabilmesi demokrasinin bir amaç değil, yaşama biçimi olarak ele alınmasını gerektirir. Bu da yalnızca seçime bağlı (elektoral) değil, daha çok katılımcı birdemokrasiye işaret eder.
Sivil toplum terimi; yalnızca istek, özlem ve haklarını devlete karsı koruyan bir toplumu ifade etmez Devletin varlık nedeni insan haklarına uygun hukuksal düzenlemelerle toplumsal ilişkilerde adaleti (insan haklarını) gerçekleştirmektir.Sivil toplumdan, devletin, bu temel amacına aykırı uygulamalarına karşı sesini, duyurabilen bir toplumu anlamak daha doğru olacaktır. Sonuç olarak sivil toplumu oluşturan başlıca ögelerin şunlar olduğu söylenebilir:
Düşünce özgürlüğü,
hoşgörü, çoğulculuk,
bağımsız tavır alma,
siyasal katılım ve devletin denetlenmesi yönünde etkili olabilecek güçte özerk bir örgütlenme.
Sivil toplum; siyasi otoritenin etkisinden nispeten uzak toplum modeli, toplumun kendi kendisini, devletin kurumlarından bağımsız olarak yönlendirme durumu. Devletin etki, baskı ve yönlendirmesinin dışında, toplumun kendi kendisini yönlendirmek, çıkarlarını savunmak amacıyla kurulan örgütlere de (sendikalar, meslek örgütleri vb.) sivil toplum örgütleri denir.
Sivil toplum, batıda baskıcı (totaliter) yönetimlerin uygulamalarına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Günümüz'de de daha çok, batının kültür ve endüstri alanında gelişmiş ülkelerinde gözlemlenmektedir. Dolayısıyla "sivil topum" batıdan aldığımız bir siyasal terimdir. Yaygın anlayışa göre, bu terimle toplumun devlet kurumlarının dışında kendi kendini yönlendirmek için oluşturduğu demokratik yapı anlatılmak istenir. Görüldüğü gibi sivil toplum terimindeki "sivil" sözcüğünün karşıtı çoğu kez sanıldığı gibi "askeri" değildir.
Ülkemizde cumhuriyetle başlayan çağdaşlaşma hareketi sivil topluma geçişgirişimi olarak nitelendirilebilir. Toplumun sivil topluma dönüşebilmesi için devletin de hukuk devletine dönüşmesi gerekir. Ancak hem "sivil toplum"un hem de "hukuk devleti"nin gerçekleştirilmesi, amaçlanan bir idealdir. Uygulamada ise ne sivil toplum olması gerektiği gibi sivildir ne de devlet, olması gerektiği gibi tam bir hukuk devletidir.
Sivil toplum ile devlet karşı karşıya, farklı çıkarları olan iki taraf olarak görülmemelidir. Felsefe profesörü İonna Kuçuradi'ye göre, devleti güçlü, ezen; sivil toplumu ise zayıf, savunmada olan varlıklar olarak gören anlayış batıdaki baskıcı yönetim biçimlerinden kalma bir mirastır. Ona göre çağdaş anlamda sivil toplumterimi, oluşmasında ve yönetilmesinde yurttaşların payı olan bir düzeni dile getirir.Toplumun demokratik yönetim talepleri ile sivil toplum birbirinden ayrı düşünülemez. Buna göre sivil toplumu oluşturan yurttaşlar da neler yapmak gerektiği konusunda en uygun çözümü bulmak amacıyla düzenin yönetimine eleştirel bir tutumla katılabilme gücüne sahip bireylerdir. Sivil toplumun bu güce sahip olabilmesi demokrasinin bir amaç değil, yaşama biçimi olarak ele alınmasını gerektirir. Bu da yalnızca seçime bağlı (elektoral) değil, daha çok katılımcı birdemokrasiye işaret eder.
Sivil toplum terimi; yalnızca istek, özlem ve haklarını devlete karsı koruyan bir toplumu ifade etmez Devletin varlık nedeni insan haklarına uygun hukuksal düzenlemelerle toplumsal ilişkilerde adaleti (insan haklarını) gerçekleştirmektir.Sivil toplumdan, devletin, bu temel amacına aykırı uygulamalarına karşı sesini, duyurabilen bir toplumu anlamak daha doğru olacaktır. Sonuç olarak sivil toplumu oluşturan başlıca ögelerin şunlar olduğu söylenebilir:
Düşünce özgürlüğü,
hoşgörü, çoğulculuk,
bağımsız tavır alma,
siyasal katılım ve devletin denetlenmesi yönünde etkili olabilecek güçte özerk bir örgütlenme.
Bu çalışma sonunda öğrenci siyaset felsefesinin temel sorularını fark eder.